Ana içeriğe atla

Hikaye: Küçük İnsansı Robotların Metrosu

Kayıprıhtım'ın eylül'deki "Metro" teması için yazdığım hikaye. İyi okumalar.

İlk olarak Kayıp Rıhtım Aylık Öykü Seçkisi'nde yayınlanmıştır.

KÜÇÜK İNSANSI ROBOTLARIN METROSU

Merhaba.
...
Bu yukarıdaki kelimeden sonra benim kim olduğumu soruyorsunuzdur. Neden bunu yazdığımı... İlk sorunun cevabı büyük ihtimalle sizi tatmin etmeyecek. Ben on üç yaşındaki bir çocuğum. Beni diğerlerinden ayıran özelliğim ise zekama bütün ölçütlerin üzerinde olduğundan dolayı sadece tahmini olarak 205 IQ gibi bir değer biçilmiş olması ve bundan dolayı da hükümetin en üst projelerinden birinde tabiri caizse “kilit çocuk” rolünü oynamam, hatta projenin tek sorumlusunun ben olmam. Bu projenin adı 'İnsansı Robot Zekasının ve İnsandan Bağımsız Karar Verebilmesinin Gelişimi'. Şu anda dış ortamdan izole bir tesiste (şey, en azından bir bahçesi var yaklaşık bir dönümlük) yaşıyorum. Size kim olduğum hakkında daha fazla bir şey söylemem gerekmiyor. Çünkü bu yazdığım hikaye, anı, biyografi ya da her neyse, benimle değil, bu projeyle ilgili. İkinci sorunun ise cevabını veremem çünkü ben de tam olarak bilmiyorum.
Asıl konuya gelecek olursak proje üç metrekare alanda yapılmış minyatür bir şehirde aktivitelerini sürdüren daha doğrusu yaşayan insansı robotlarla ilgili. Görünüşlerini tarif etmem gerekiyor elbette sizin neyden bahsettiğimi daha iyi anlatmak için. Bu robotlar 10 cm boyunda dışları altınsı bir metalden yapılmış(başka bir değişle pirinç levhalardan) küçük robotlar. Temel olarak klasik bilim kurgu robotlarına benzeseler de yüzleri bomboş ve elleri parmaksız, parmakları yerine elektromıknatısları ve gerektiğinde çıkardıkları kıskaçları var. Aslında daha çok internette gördüğüm, çizerlerin kullandığı insan maketlerine benziyorlar. 14 adet radyo sinyalini belli sıralara koyarak haberleşiyorlar. Bunlardan biri sözcük ve cümle bitiminde geri kalanları ise belli sıralamalarla iletişim de kullanılıyor. Sadece on üç harfli ya da daha doğrusu on üç sinyalden oluşan dizilimler bile yaklaşık altı milyonu geçerken iken şu anda aktif olan yüz seksen üç android,bu isim açıkçası biraz yanlışta olsa daha çok hoşuma gidiyor , sadece 734 tanesini anlamlı kılabildi. Geri kalan kombinasyonlar ise Hiçbir işe yaramadan kenarda bekliyor şu anda. Ama aslında durumları,yüz hatları hatta o gün giydikleri görünmez kıyafetler bile bu sinyaller aracılığıyla başkasına gönderiliyor. Olabildiğince insana benzetmeye çalıştım onları. Isı, ışık gibi sensörleri var. İki android evleniyor, çocuk sahibi olmak istedikleri zaman ikisinin programından rastgele parçalar seçilerek eşleştiriliyor ve bunları anlamlı bir şekilde yapılandırıyor, ki bu yapılandırma onların zamanına göre üç ay sürüyor, ve dişi olarak programlanmış ve vücut hatlarındaki küçük farklılıklardan da bunun belli olduğu android “hamileyim” mesajı veriyor herkese bu sürede. Bitiminde ise benim fabrika dediğim onlarınsa hastane olarak gördüğü yere gidip dişiler bitmiş programın bir kısmını bebek robot bedenine yüklüyor. Ve yükleme yetişkin bedene yerleşene kadar sürekli değişen bedenlerle birlikte uzun bir süre devam ediyor. Yataklar ise şarj edici manyetik alanlar, güneş ise gece gündüz döngüsünü sağlayan yavaşça aydınlanıp sönen yaklaşık çapı 50 cm olan bir lamba ve uyuyamama yani yatakta zamanından az durması durumunda tamamen durmamasına önlem olarak düşükte olsa bir şarj edici. Eğer yeterince şarj olmazlarsa bütün gün boyunca yani yaklaşık 2 saat kadar verimsiz olacaklarını biliyorlar. Ölüm saatleri ise ta başlangıçta rastgele olarak belirleniyor. İçlerindeki bütün veriler veri bankalarına yüklendikten sonra içindeki her şey silinip fabrikaya geri taşınıyorlar geceleri o gün geldiğinde, başka androidler tarafından. Bütün bunların amacını merak ediyorsanız söyleyeyim: insan gibi düşünebilen karar verebilen robotlar yaratmak. Şu anda o aşamadan çok uzak olsa da her gün yaklaşık 12 terabaytlık veri elde ediyorum. Genellikle işe yaramaz, daha önceden üretilmiş veriler olsalar da ortalama 3 mega bayt kadar yeni veri oluyor. Bu size çok azmış gibi görünebilir ama düşünsenize hiç programlanmamış bir veriyi daha önceki verileri çarpıştırarak yeni veriler, yani insandaki karşılığı düşünceler, üretiyorlar. Bu da amacına gitgide yaklaştığını gösteriyor. Yani daha doğrusu bir zamanlar yaklaştığını. Size anlatacağım belki de yapay bir ütopyanın çöküş öyküsü.
Şehir başında da dediğim gibi sıradan gökdelenle dolu bir şehirdi. Bir farkla... Onlar hiç taşıta sahip olmadığı için yolların da olmamasıydı. Çünkü bir androidin şehrin en uzun yolunu yürümesi yaklaşık 5 dakika alıyordu. Ama daha sonradan insanların yaşayışlarına daha çok uyması için sisteme taşıt yerleştirmek istedim. Ama sorun şu ki eğer taşıtlar yerleştireceksem bir çok binayı kaldırıp onların yerine yollar yapmam gerekiyordu. O yüzden aklıma daha uygun bir çözüm geldi. Sadece kubbenin kenarlarına yakın yerlerdeki bir kare oluşturan 4 binayı ve köşegenlerinin kesiştiği yerdeki binayı kaldırarak 5 metro istasyonu kuracaktım. Ve başlangıçta bir metro bütün bu durakları dolaşıp bu minik şehirde ilk ulaşımı sağlayacaktı. Kubbenin durduğu platformu yükseltip altına metro hatlarını ve metroyu yerleştirdim ve fabrikadaki bir yetişkin kabuğu, yani programlanmamış yetişkin vücudunu, makinist olarak programladım. Normalde standart prosedür olarak sağırlaştırma uygulamam gerekirdi ama bunu sırf meraktan yapmadım. Sağırlaştırma:bir androidin şarj yani uyku modundayken onu sessizce alır kullanılmayan kodlardan birine yeni eklediğim şeyin hep orada olduğu yeni bir şey olmadığı ile ilgili komutlar yazarım. Robot bunu gün boyunca başkalarına gönderir ve onlarda başkalarına. Daha yirmi dakika olmadan herkes onu benimser bile. Daha önceden şehrin etrafında beyaz bir kubbe değil yanlarında duvarlar vardı. Ama androidlerden bir kısmı dış dünyayı algılayıp oraya çıkmaya çalışmıştı. Ben de bunun üzerine duvarı benim içini görebileceğim onlarınsa dışarıyı göremeyecekleri bir kubbeyle değiştirip o robotlar dahil bütün robotları sağırlaştırmıştım. Ama bu durumda sadece merak ettiğimden sağırlaştırmayı yapmadım.
Diğer iki saatlik periyot yani ertesi gün çok ilginçti. Durakların olduğu binalarda duran androidler başka binalarda uyandıklarında çok farklı sinyaller gönderdiler. Öfke, kızgınlık, şaşkınlık olarak tanımlayabileceğimiz sinyaller. Ve bir kısım, çok az bir kısım android tünelden aşağı indi makinist durakları dolaşıp onları alırken bir kısmı metro vagonlarını görür görmez kaçtı, bir kısmı metroyu denedi ve başkalarına bunu anlattılar. Kimileri memnun olduklarını kimileri memnun olmadıklarını. Ama androidlerden çoğu hiç binmedi ve bu binmeyenlerden iki grup oluştu: çekimserler ve karşı olanlar. Her gün daha fazla android bunlara biniyor ve daha fazla android metroya karşı çıkıyordu. Çekimserler sürekli azalıyordu. Sonunda bir gün karşı olanlar merkez istasyonuna girmeye çalışanları durdurdu. Girmeye çalışan bir tanesini ise geri fırlattılar. Bu şu ana kadar ki ilk şiddet eğilimiydi. Sonrasında ise o android grup toplayıp oraya tekrar saldırdığında yıkımın ilk adımı atılmış oldu. Metroyu sevenler grubundan biri kıskaçlarını ilk kez birinin kolunu parçalamak için kullandı. Normalde acı veya onun bunu hissetmesini sağlayacak bir sensörü yoktu ama o öfke sinyalini sonuna kadar kullandı. Ve ilk kez yeni bir duygu sinyali buldu: acı. Buna gerçekten çok şaşırmıştım. Ben programlamadığım halde ve bunu hissedecek bir sensörü olmadığı halde nasıl oluyordu da kolunu kaybetmenin ona nelere mal olduğunu kavrayabiliyordu. O gün bir çok android kolunu, bacağını ve kafasını kaybetti. Bir çoğu onarılamaz şekilde bozuldu. O gün bir çok dişi ve çocuk acı sinyalini ilk kez kullandılar. Ama o gün toplanan yeni veri inanılmazdı 18 terabaytlık veriden 162 mega baytlık yeni bir veri çıkmıştı. Buradan Hegel'in görüşünün ne kadar doğru olduğunu düşünmüştüm. Her tez bir antitez doğurur ve bunların çarpışmasından sentez oluşur. Ve de Karl Marx'ın da sözlerine hak vermiştim. Toplumda ilerleme ezilen ve ezen tarafın çarpışmasıyla oluşur. Ama düşününce burada ezilen bir taraf yoktu bence. Ya da ezilen taraf sırf korktuğu için metroyu kullanamayan kesim mi acaba. Onlara verilen bir kolaylıktan sırf programlarından dolayı mahrum kalıyorlar. Şu kısa , ki geçekten kısa, hayatlarının çoğunu yürüyerek geçiriyorlardı metroya binenlerin aksine. Bilemiyorum. İstediğim zaman durdurabilirdim bütün çılgınlığı ama yapmadım. Belki yine sadece meraktan ya da sadece kontrolün artık elimde olmadığını öğrenmekten korktuğundan. Ve sonrasında olanları düşünüyorum da belki de sağırlaştırma gibi bir işlemi deneseydim bile asla sonuç alamayacaktım.
Küçük şehir bir savaş alanına dönmüşken yaşayışta çok değişmişti. Metroyu savunanlar metronun etrafındaki evlere zorla yerleşmiş geri kalan çoğu bölgeyi ise karşı olanlar ele geçirmişti. Bütün bu yaygaradan uzaklaşmaya ve gördükleri baskıdan dolayı sayıları gitgide azalan çekimserler ise kubbenin dibindeki evlerde olabildiğince sessiz bir şekilde hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlardı. Stratejik kavramlar gelişmeye başlamıştı bile. Androidler kilit binaları almaya çalışıyordu. Şehirde şoför, doktor,aşçı ve tesisatçı meslekleri dışında çoğu meslek vardı. Androidler kredi kazanıyor bu kredinin miktarlarını değiştirmeden hafızalarına yüklüyor sonra bir şey aldıkları zaman bu miktardan kendileri otomatik olarak düşüyordu. Genellikle meslekler belli aletler yapmak üzerine kurulmuştu ve savaş başladıktan sonra para akışı neredeyse tamamen durdu. Androidler dükkanları yağmalıyor ve bunu almadıklarını çaldıklarını bilerek yapıyordu. Genellikle alet yapan androidler şimdi daha ölümcül kıskaçlar, silahlar yapmaya yönelmişlerdi. Ve savaş nedeniyle çekimserler dışında çocuk üreten neredeyse hiç yoktu. Hatta dişi ve eril çiftler birbirlerinden ayrılıp karşı saflarda yer almaya başlamışlardı.
Metroyu savunanlar durakların önüne savunma pozisyonunda bütün gün boyunca bekliyorlardı. Karşı olduğunu bildiklerimden bir eril tünelin önüne kendi ürettikleri bir barış sinyaliyle, sol elini sol baldırının üzerine koyup sağ elini göğüs zırhının üzerine koyarak merkez istasyonuna geldi ve artık onlara katılmak istediğini söyledi. Gerçekten çok ilginçti. Pişman olmak, karşı tarafın döneklik olarak tanımlayabilecği bir şeyi bir android ilk kez yapıyordu. Ama benim garip bulduğum şey karşı olanların buna bir tepki göstermemesiydi. Bunu onların bunun ne anlama geldiğini anlamamış olduklarından böyle yaptıklarını düşündüm. Halbuki neden çok daha öteydi benim düşündüğümden. Android metroya bindi ve makinist kabinine doğru gitti. Anlaşılan metroyu daha önce denemişti. Makinist metroyu savunanlar için kutsaldı. Çünkü bu şeyi kullanmayı bilen tek kişi oydu ve onu programlamadığımdan dolayı başka kimseye bunu öğretmemişti. Güvenlik nedeniyle yüzeye çok nadir çıkıyordu. Onu da sadece uyumak için çıkıyordu. Yanında kalan 146 androidden savunan 65 tanesinden 35i onu gizlice koruyarak beraber metrolara en yakın olan binalardan rastgele seçilen birine büyük bir gizlilik içinde götürülüyordu. Android makinist kabinin içinden girdi ve çok kesin bir şekilde hamlesini yaptı. Kıskacı defalarca yok edilen robotlardan sonra anlaşılan en hassas bölgeye son derece sert bir hızla girdi. Sahip oldukları üç temel mikroçipten yüzeye en yakın olanın olduğu yere. Ve şehirdeki tek makinist yok oldu. Ve o gün çok önemli iki yeni kavram analiz ettim: güven ve ihanet. Normalde savaş bitebilirdi. Ne de olsa uğruna savaşılacak bir şey kalmamıştı. Metroyu çalıştıran anahtar android ölmüştü ve yerine geçecek hiçbir androidde yoktu. Ama savaş daha da sertleşti. Çünkü zaten bu günden çok önce savaş metroya binmek gibi maddesel bir nedeni çoktan yitirmiş yerine fikirlerin sebep olduğu neden gelmişti. Androidler artık metroya binmek ya da onu kaldırmak için savaşmıyorlardı. Hayır, neden bunun çök ötesine geçmişti. Ve bundan sonra yeni bir meslek ortaya çıktı. Benim verdiğim adla makinist çırakları. Bence onların en çok benzedikleri insanlar kimyagerler, fizikçiler ya da biyologlardı. Çünkü androidler onların elinden çıkmayan bir şeyi metroyu inceleyip onun nasıl çalıştığını anlamaya ve onu yeniden çalıştırıp kullanmayı öğrenmeye çalışıyorlardı. Aynı bu pozitif bilimcilerin onların elleriyle üretmemiş oldukları doğayı inceleyip onun kurallarını anlamaya çalıştıkları gibi. O zaman metronun kullanımının bir androide programlanmamış bir androide göre çok karışık olduğunu ama belki de yeterince zaman olursa çözebileceklerini ve bir çok yeni makinist yetiştirebileceklerini düşünmüştüm.
Daha sonra karşı olanlardan biri çöküşü hızlandıracak bir şeyi rastgele olarak buldu. Bir sinyal dizilimi. Bu sinyal bir hatayı tetikliyordu. Bu sinyali anlamaya çalışırken karşı taraftaki android kısır döngüye giriyor ve yaklaşık 2 dakika hareketsiz durduktan sonra devreleri yanıyordu. Bunu sanki eline atom bombası geçmiş gibi kullanıp bir çok metro kullanıcısını yok etti. Ve daha sonra yandaşlarına bunu dizilimi değiştirip komutlar vererek düzelterek, ki burada sinyalleri rastgele olarak değilde sanki bir dil gibi kullanmışlardı, arkadaşlarına iletti ama ilk android ajan bu kodu alarak yandaşlarına iletmişti bile. Metro kullananlar bir çok karşı olanı onların kullandığı yolla katlederken, karşı olanlar yeni bir çözüm buldu. Ama bu çözüm kendi hatalarını düzeltmeyi içermiyordu. Kendi ellerindeki mıknatıslar yardımıyla birbirlerinin sinyallerini yükselterek bütün şehre bu kodu yolladılar. Sadece onlara saldıranları imha etmek isterken kubbenin yapısı nedeniyle bütün androidler etkilendi ve hepsi bir daha kullanılmayacak şekilde tahrip oldu. Fabrikadaki harekete geçirilmemiş olanlar bile. Son günün verileri hiç kayda aktarılamadığı için birbirlerini yükseltici olarak kullanma fikrinin nasıl oluştuğunu asla bilemeyeceğim.
Ve şu anda da başka sorunlarım var. Bu devlet desteğiyle gelişen bir projeydi ve benim şu anda telaffuz bile edemeyeceğim rakamlar yatırılmıştı bu projeye ve ben depolanan veriler haricinde hepsini sadece bir merak uğruna yok ettim. Şu anda benim ne olacağım bir yerlerdeki küçük bir odada çok yüksek makamdan kişiler tarafından tartışılıyor. Büyük ihtimalle bana bir şey yapmayacaklar ama yine de beni askeri mahkemede yargılatıp hapse attırmayacaklarından emin değilim. Ama nedense korku yok içimde. Aslında ergenlik çağına yeni girdiğimden dolayı bir çok duyguyu yoğun olarak hissetmem gerekir ama ben şu anda merak dışında çoğu duyguyu hissetmekten acizim. Eskiden günde 6-7 kitap bitirirdim projeden önce, şimdi ise iki günde bir kitabı zor bitirebiliyorum. Her neyse okuduğum bir kitapta buna yakın bir teşhis vardı: duygusal küntlük. Ve hatıralarımda bile ben böyleydim. Hatırladığım en eski anı annemle babamın tam olarak hatırlamadığım, galiba yeni cep telefonu almakla ilgiliydi ama emin değilim, bir nedenden çıkan tartışmanın iyice büyüyüp sonunda babamın evdeki tabancayı alıp önce annemi sonra da kendini vurmasıydı. Kanı yüzüme sıçrarken kayıtsızca orada durduğumu hatırlıyorum. İnsanları anlamakta belki de bu durumum yüzünden güçlük çekiyorumdur. Eskiden bir teori üretmiştim:insanların hayatındaki bir çok faktörden dolayı bu kadar dengesiz davrandığını, kötü olduğunu düşünürdüm. Ama androidler üzerinde gözlediğim bu durum bunun böyle olmadığını gösterdi apaçık bana. Basit olmalarına rağmen ve ben onları hiçbir şekilde böyle programlamama rağmen onlar başka androidleri yok ettiler ve bana açıkça tek bir şeyi gösterdiler. İnsanın sadece pragmatist olduğunu. İyi ve kötünün aslında hiç var olmadığını. Babam annemi vurdu çünkü çıkarları buna uyuyordu. Ama hemen sonrasında da kendini vurdu çünkü büyük bir olasılıkla hapse girmek ya da yaptığının vicdan azabıyla yaşamak onun çıkarlarına ters düşüyordu. Beni döven yetimhane müdürüm okuldaki ülke çapındaki deneme sınavında en iyi notu aldığım için beni almaya gelen görevlilerin yanında ben onun en sevdiği yetimiymişim gibi davranması... Hepsi sadece çıkarın sonuçlarıydı aslında.
Ve bu kadar anlattıklarımdan sonra kendime bile cevabını asla veremeyeceğimi bildiğim o soruyla karşılaşıyorum yine: adımı bile yazmadığım, kimsenin asla ulaşamayacağını bildiğim bir kağıda kullanmamaktan dolayı artık körelmiş el yazımla neden bütün bu şeyleri yazdığım.

Yorumlar

  1. Çok çıkarcı bir hikaye olmuş bu :) Bir hikayeden çok insanlığa dair oldukça yerinde bir eleştiri olmuş da diyebiliriz. Yaptığın gözlemler, ufak tefek göndermeler, robotların davranışlarındaki değişimler vs oldukça keyifli bir hikaye çıkarmış ortaya… Yalnız okuduğumuz her şeyi yaşanmış ve bitmiş bir olaya ait olmasından mıdır nedir kendimi tam anlamı ile olayların akışına kaptıramadım bir türlü. Yine de güzel ve değişik bir çalışmaydı, ellerine sağlık.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

8.Nota

Kayıp Rıhtım'da Melodi temalı öykü seçkisinde yayınlanan 8.Nota adlı hikayem. Keyifli okumalar. Odasındaki desenli mavi perdeleri aralayıp dışarı baktı. Güneşin son ışıkları bile sigara dumanı ve toz yüzünden oluşan loşluğu delememişti. Bu aralar gündüzleri pek dışarı çıkamadığı için gözlerini alışıncaya kadar kısmak zorunda kaldı. Tahmin ettiği gibi güneşin batmasına yaklaşık yarım saat vardı. Güneş pilli lambalar havaya tezat şekilde aydınlanıyordu. Gözü bir anlığına sokaklarda akan hayata takıldı. Bir zamanlar bir parçası olduğu hayata… İyi giyimli bir adam, daha yeni bitmiş yağmurdan ıslanmış şemsiyesini çevresindekileri umursamazcasına silkeleyip kapatıyor, yeşil ışıkta karşıdan karşıya geçen adamla ona çarpmamak için son anda duran kırmızı üstü açık spor arabanın sahibi birbirine bağırıyor ve küfrediyor, eski püskü giyimli, kucağındaki beş yaşlarındaki ağlayan bir çocuğu tutan kadın “Allah rızası için… ” diyerek para dileniyor, vermeyenlerden ise bedduasını esirgemiyordu

Hikaye: İki Adam

          İki adam oturuyor karşılıklı birbirlerine bakarak. Birinin suratından yıllar bir şey çalmamış ama diğerinin suratındaki derinleşmiş kırışıklar anlatıyor her şeyi. Ama bunların ötesinde o kadar çok benziyorlar ki birbirlerine. Akraba olduklarını düşünebilirsiniz ama değiller, kesinlikle değiller. Bundan çok daha öteler onlar: aynı kişiler. Biri geçmişte olmuş olan biri gelecekte olacak olan. Birbirlerini bir başkasının olabileceğinden kat ve kat daha iyi tanıyor olsalar da, hiç karşılaşmamış iki yabancı gibiler gerçekte. Birbirlerine bakıyorlar sadece , konuşmadan. Ama söyledikleri o kadar çok şey var ki aslında. Geçmişe bakalım ilk önce, daha deneyim diyecek kadar denediği çok bir şey yok, hatta eğer bakarsanız ona genç mi yoksa adam mı diyeceğinize karar veremeyebilirsiniz. Suratında korku vardı bir zamanlar ve de umut. Geleceğin belirsizliğinden olan şeyler bunlar. Korku geleceğin ne getireceğini bilmediği için. Umutsa bu bilinmezliğin içinde bilinecek olan kaderini kendi

Başlangıç

(Not:Başlığın daha izleyemediğim Inception filmiyle alakası yoktur) Herkese merhaba. Bundan sonra bu blogta ilgilendiğim alanlardaki çalışmalarımla(ki hepsi de amatör baştan söyleyeyim), fikirlerimle, yazılarımla, ilgimi çeken eserlerin tanıtımıyla karşınızda olacağım.